L'auteure, dans ce texte, répond aux polémiques critiquant le choix d'Istanbul comme capitale européenne de la culture. En effet, en portant notre attention sur le caractère cosmopolite d’Istanbul, elle nous indique que cette ville représente parfaitement la réalité turque au carrefour de l'Occident et de l'Orient. Par ailleurs, l'auteure revient sur la procédure de la candidature turque en montrant que la ville a d'abord été soutenue par la société civile avant de l'être par les Institutions. Contre ceux qui prétendent qu'Istanbul est déjà connue par les Européens pour critiquer le choix de cette ville, l'auteure souligne l'inexactitude de ce préjugé en soulignant le fait que très peu d'Européens connaissent "L'Istanbul de la République" qui n'est tout à fait la même que celle de l'Empire Ottoman. Il semblerait que l'auteure n'ait pas tout à fait tort à ce sujet. En effet, envoyée par le journal anglais The Guardian, une journaliste anglaise s'est rendue la semaine dernière à Istanbul a l'occasion de son organisation comme capitale culturelle européenne. La journaliste avait alors précisé qu'il n’y avait que 3 universités en Turquie et d'autres informations totalement inexactes. On peut se demander alors quelle connaissance peuvent avoir les Européens d'Istanbul alors que les journalistes des plus grands journaux Européens censés présenter les choses comme elles sont affirment des inexactitudes. Enfin, l'auteur attire notre attention sur la mauvaise présentation de l'organisation en montrant que les affiches censées présenter la ville ne rendent pas suffisamment compte du caractère cosmopolite de la ville.
Erfolg ist Istanbul unheimlich. Geht es doch in ester Linie darum, das Publikum zu unterhalten ? In diesen hektischen, lauten Zeiten, in dieser schnellen Welt versucht Istanbul immer mehr dem Druck zu entziehen, den die Gesellschaft auf him ausübt. Einige Wörter ûber einen Wahl : Istanbul, Kulturelle Hauptstadt Europas. Eine türkische Schreiberin.
Geçtiğimiz yaz hayatının çoğunu Avrupa’da geçirmiş ve Avrupa Birliği vatandaşı olan bir Türk arkadaşımla sohbet ederken konu İstanbul’a gelince “Türkiye’den seçilecek Avrupa Kültür Başkenti İstanbul mu olmalıydı?” konusunda bir tartışmaya tutuşmuştuk. Ben hararetli bir şekilde Türkiye’den Avrupa Kültür Başkenti olmak üzere bir şehir seçilecekse bunun öncelikli olarak İstanbul olması gerektiğini savunmuştum. Öte yandan o, İstanbul’un kültür mirasının herkesçe bilindiğini, bu unvana ihtiyacı olmadığını, artık Avrupalı ülkelerin de bu düşüncelerle özellikle az bilinen şehirlerini aday gösterdiklerini bu nedenle de İstanbul kararının yanlış bir strateji olduğunu ileri sürmüştü. Oldukça uzun süredir İstanbul’un 2010 Avrupa Kültür Başkenti olduğunu bilmeme karşın bir İstanbullu olarak bu konuda kafa yormam bu tartışma sonucu başladı.
Öncelikle belirtmeliyim ki bir İstanbullu olarak bu konuda pek objektif sayılamam. Tersine kendine İstanbul’dan başka bir şehirde bir hayat düşünemeyecek kadar bu şehre bağlıyım. Fakat bu yine de aklımda soru işaretlerinin oluşmasına engel değildi. Acaba İstanbul’un gerçekten bu unvana ihtiyacı var mıydı?
Açıkçası “Avrupa Kültür Başkenti” için Türkiye’den bir şehir seçecek olsam ben de hiç duraksamadan İstanbul’u tercih ederdim. Bunun nedeni de sadece kişisel İstanbul sevgim değil, İstanbul’un Türkiye’de Avrupa kültürünü içinde en çok barındıran kent olması olurdu. Türkiye’de bugüne kadar kültürüyle, güzelliğiyle beni etkileyen pek çok şehir oldu, ancak bana göre Avrupa’nın çokkültürlü kimliğini en çok sindiren şehir, yüzyıllar boyu farklı dinden ve kökenden milletlerin ve devletlerin merkezi olmanın verdiği deneyim nedeniyle İstanbul. Öte yandan, Türkiye’yi en iyi örnekleyen şehir de İstanbul. Bu cümle Türkiye’ye yabancı birine, şehirlerin ve insanların dış görünüşünü göz önüne alarak yorum yaptığı için gerçek dışı gelse de, İstanbul’u bilen bilir, İstanbul’da Türkiye’nin her şehrinden insan grupları yaşar. Özellikle sanayileşme sürecinde aldığı iç göçler sonucu İstanbul’un nüfus yapısı oldukça değişmiştir ve bu nedenledir ki İstanbul’da yaşayan birini ikna etmekte en çok zorlanacağınız şey “gerçekten İstanbullu” olduğunuzdur. Zira İstanbul’da yaşayan biri bilir ki İstanbul nüfusunun çoğunluğu en fazla bir nesilden beri İstanbul’da yaşar. Bu yüzden İstanbul bana göre Türkiye’yi değil ancak Türk insanının çeşitliliğini en iyi örnekleyen şehirdir.
Tabii ki tarihi mirasın ve sosyal yapının çeşitliliğinin yanı sıra İstanbul’un kültürel faaliyetler açısından Türkiye’nin en zengin şehri olduğu da bir gerçektir. Avrupa Kültür Başkenti’ni seçen kurulun göz önünde bulundurduğu kriterlerden birinin o yılı, o şehir için kültür faaliyetleri ve sanatsal çalışmalar açısından istisnai bir dönem haline getirebilme olduğunu düşünürsek, altyapı olarak Türkiye’de buna en uygun şehir İstanbul’dur.
Fakat ben “Neden başka bir şehir değil de İstanbul?” sorusunun en tatmin edici ve en az öznel sayılabilecek cevabını ile İstanbul’un nasıl 2010 Avrupa Kültür Başkenti seçildiğini araştırınca buldum. Seçici kurul da belirtmiştir ki İstanbul’un 2010 Avrupa Kültür Başkentleri’nden biri seçilmesindeki en önemli etkenlerden biri, İstanbul’un bu unvan için aday olma sürecini başlatanın, bugüne kadar seçilen diğer tüm Avrupa kentlerinde olduğu gibi ulusal ya da yerel yönetimler değil, İstanbul dahilinde faaliyet gösteren sivil toplum kuruluşları olmasıdır. Sivil toplum kuruluşlarından oluşan bir grup, İstanbul’un kültür başkenti seçilmesi için girişimlere başlamış ve daha sonra kamu kurumlarının desteği alınmıştır. Başka bir deyişle İstanbul’u aday gösterme kararı ilk aşamada Türk Devleti tarafından değil, İstanbullu sivil kuruluşlarca verilmiştir. Bu durum düşünüldüğünde İstanbul’un aday olarak diğer şehirlerin önünü tıkamadığı tersine hem Türkiye’de hem de Avrupa’da diğer şehirlere inisiyatif oluşturarak da bu sürecin gelişebileceğini gösterdiği söylenebilir.[1]
İstanbul’un kültürünün de Avrupalılar tarafından yeterince tanındığı düşüncesine de pek katılmıyorum. Şurası bir gerçek ki Avrupalılar, kısmen Türkiye’nin bugüne kadar deniz-kum-güneş ve Osmanlı odaklı hatalı tanıtımlarından kısmen de kendi önyargılarından kaynaklanan nedenlerle Türkiye’yi de İstanbul’u da eksik tanıyorlar. Tanışma, konuşma fırsatı bulduğum turistlerin çoğu sahil kesimlerinde gördükleri kişilerin tamamen turist olduğunu ve aralarında asla Türklerin olmadığını, benzer şekilde İstanbul’da gittiği alışveriş merkezlerinin de sadece turistlere yönelik olduğuna inanıyordu. Avrupa’ya gittiğimde ise beni aslında Türk olmadığıma inandırmak isteyecek kadar ısrarcı (!) olanlarla tanıştım. Bu durumda İstanbul’un kültür başkenti seçilmesi üzerine İstanbul’u ziyaret edecek turistler ve sanatçılar aracılığıyla sadece plajlar ve alışveriş ile sınırlı kalmayan ve toplumlar arası karşılıklı iletişimin de sağlanabileceği bir turizm hareketliliğinin de ilk adımlarının atılabileceğini düşünüyorum.
İstanbullular için bu şehir doğuyla batıyı birleştirir ve ikisinden de sayısız özellikler taşır. Avrupalılarınsa İstanbul denince gözünün önüne çoğunlukla oryantalist bir imaj gelir ve batıdan aldığı kısımları da görmeyi reddeder. Bir keresinde boş vakitlerinde turistlere rehberlik yapan bir öğrencinin sınıfta, Modern Sanatlar Müzesi’ne götürdüğü bir turistin “Bu müzelerden her büyük şehirde var, sen beni İstanbul’a has bir yere götür.” deyişini anlatması bu konuda verebileceğim bir örnektir. Oysa İstanbul hakkında bir turistin bilmesi gereken aslında tam da budur; İstanbul’un nasıl doğuya ve batıya has özellikleri harmanladığı, aynı anda nasıl hem doğulu hem de batılı olabildiği&hellip Doğru, bir kişi modern sanat müzesini dünyanın önde gelen pek çok şehrinde görebilir. Ancak bir modern sanat müzesini gezdikten sonra yürüme mesafesinde bulunan Tophane’ye giderek az önce gördüğü çağdaş eserlerin tersine Osmanlı motifleriyle döşenmiş cafelerde nargile içmenin tezatını sadece İstanbul’da yaşayabilir.
Tüm bunlar düşünüldüğünde Türkiye’den bir Avrupa Kültür Başkenti seçilecekse önceliğin, İstanbul’a verilmesi gerektiğine inanıyorum; tıpkı zamanında önceliği Fransa’nın Paris’e, Hollanda’nın Amsterdam’a, İspanya’nın Madrid’e verdiği gibi. Son olarak kültür başkenti seçilmesi üzerine İstanbul’u merak edip ziyaret etmek isteyenlere bir İstanbullu uyarısı: Buraya geldiğinizde İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti afişlerinde gördüğünüz yapıların, afişteki yerlerinde olmadığını görünce şaşırmayın! Zira afişler bir İstanbullu için esprili olarak değerlendirilebilecekse de İstanbul’u bilmeyenler için yanıltıcıdır. Ancak endişe etmeyin, afişlerden sonra Boğaz’ın üstüne inşa edilmiş kulenin aslında Galata Kulesi değil, Kız Kulesi olduğunu görmek sizi şaşırtacaksa da, Kız Kulesi kendine has güzelliğiyle hayal kırıklığına uğramanızı engelleyecektir. Diğer afişlerdeki yapıların aslında nerede olduğunu bulmak ise size kalsın. Kültür başkenti olmayı çoktan hak etmiş İstanbul’u gelin kendiniz keşfedin, sadece turistik yerlerin değil, İstanbul’a özgü hayatın da keyfini çıkarın. İki kıta arasında vapurla yolculuk yapmanın tadına varın, İstanbul’un en az İstanbullular kadar ev sahibi olan martılara simit atın. Çünkü sahne onların, sahne senin İstanbul!
Ebru ŞanlıTürk